Kısa Gökçeada Tatili (18-22.08.2016)

22.08.2016 02:46

Kuzey Ege’de gitmediğim iki nokta kalmıştı, şimdi Enez kaldı. Gökçeada’ya birkaç kez niyetlenmiştim, kısmet bu zamanıymış. Giden arkadaşlarımdan dinlediğim kadarıyla bir fikrim oluşmuştu. Gökçeada’ya gitmek için iki yerden feribota biniliyor, biri Çanakkale merkez, diğeri Kabatepe. İstanbul’dan gidilecekse Kabatepe tercih edilmeli, İstanbul-Kabatepe arası mesafe, trafiğe bağlı olarak değişmekle beraber ortalama dört saat sürüyor. Kabatepe, Gelibolu yarımadasının Ege kıyısında, Gökçeada feribotlarının kalktığı küçük bir limanı olan, denizin ve ormanın buluştuğu dolayısıyla çadır kampı için ideal bir yer(di). Sadece doğası için değil Çanakkale Savaşı’na ev sahipliği yaptığından tarihi için de gelinecek bir yer, daha doğrusu Çanakkale Savaşı Şehitlikleri ve Anıtları ziyaret edilecekse buraya da gelinmiş olunuyor. Eğer bu amaçla gelinecekse, önerim, duygusal bir rehber eşliğinde gelinmesi. Yıllar önce böyle bir rehber eşliğinde buraları ziyaret ettiğimde savaşı yaşamış gibi olmuştum. Tarihi sit alanı içerisinde olduğu için yerleşim de olmadığından, çadır için, ıssız ve doğayla baş başa kalınacak bir yer(di). Daha önceki yaz aylarında, uygun hafta sonları, bir gecelik iki günlük, buraya çadır kampına geldiğimden iyi bildiğim bir yer. Çadır, denizin kıyısındaki ormana herhangi bir yere kurulabiliyor(du), genellikle etrafta üç beş tane başka çadırlar da olabiliyor, bu durum tercihe kalıyordu. Eğer o gece kimse yoksa doğayla baş başa kalınıyor. Korkmuyorsanız zifiri karanlıkta dalga sesi güzel oluyor. Denizi tertemiz, ateş yakmak yasak, gece ay yoksa zifiri karanlık oluyor, duyduğum kadarıyla ayı yok ama domuz varmış, WC ve duş yok, iki gün duş almamayı göze almak lazım. En yakın yemek yenebilecek yer limandaki restoran. Menü değişmediyse en son balık ağırlıklıydı. Ben yemek işini market alış verişi ile hallediyordum. Kapatepe kamp yerlerini arkadaşıma da göstereyim diye niyet ettim fakat jandarmanın, çadır kampına bu yıl izin vermediğini öğrendim, yasağın sürekli olup olmayacağı ise belli değilmiş. Kabatepe’ye kadar gelmişken bunları da yazmak istedim. Feribot iki saatte bir kalktığı için saate bakıp gelmekte fayda var. Denizde feribot seyahati 75 dakika sürüyor. Gökçeada’ya indiğimde büyük bir adaya gelmiş gibi hissettim çünkü dağları yüksek bir ada. Tabelalarda 30 km gibi bir mesafe gördüm. Yollar gidişli gelişli ve dar, ama idare eder, ulaşım işlevini görüyor, ada merkezi dışında trafik yoktu. Adanın güney batısında kalan Uğurlu Mevkii’nde olan otele gitmek için limandan otele adayı uçtan uca kat etmiş oldum, böylece ada hakkında genel bir fikrim oluştu. Adanın merkezi iç kesimde kalmış, kıyıda değildi. Merkezde 4 katlı apartman inşaatlarını gördüm (maalesef). Bunlar dışında evler bir veya iki katlı. Adanın merkezi küçük bir Anadolu ilçesi gibi. Merkez dışındaki yerleşim yerleri adı gibi köy olan yerler (Kaleköy, Tepeköy vs). Söylendiği gibi yeşilliği az olan bir ada, fakat yer yer ormanlık alanlar var. Boş alanlar var bolca, oraya özgü ilk kez gördüğüm dikensi çirkin bir bitki ile dolmuş her taraf. Bu alanlarda hemen her yerde başıboş serbest gezen keçiler var, hiç çoban görmedim, demek ki hayvanları tehdit eden bir hayvan yok adada. Sabah çıkıp yayılıp akşam dönüyorlardır evlerine. Kesin hayvan hırsızlığı oluyordurJ Çanakkale’de askerlik yaparken bir jandarma eriyle konuşmuştum, en çok ne tür görevlere çıkıyorsunuz diye sormuştum, hayvan hırsızlığı demiştiJ Birkaç doğal göl ve bir adet baraj gölü gördüm. Kurak bir yaz mevsiminin son demlerine rağmen barajın su seviyesi az değildi, demek ki tatlı su rezervi yeterli diye düşündüm. Mavi Su Resort, adanın en büyük oteli ve adanın güney batısındaki Uğurlu Mevkii’nde bulunuyor. Ada genelinde kalınacak yerler genellikle otelden ziyade pansiyon ve köy evi, bu yüzden de çoğunluğu denize uzak, Mavi Su Resort’u tercih etme nedenim denize sıfır olmasıydı. Uğurlu’ya köy yerine mevkii demişler çünkü etrafta yerleşim yok, başka birkaç tesis daha var, biri yan koydaki Adalet Bakanlığı’nın tesisi, Adalet Bakanlığı personeli olduğum için merak edip bakmaya gittim, meğer hükümlülerin çalıştırıldığı bir tesismiş ve rezervasyon olmadan girilmiyormuş, otoparkından u yapıp döndüm tesisi göremeden. Mavi Su Resort, koca bir koyda tek otel, koy derince bir koy, dört gün boyunca hiç dalga olmadı. Meğer Gökçeada’daki surf lokasyonları kuzey ve doğu kıyılarıymış, bilmeden doğru bir tercih yapmışım. Adanın en büyük oteli dediysem aklınıza öyle kocaman bir tesis gelmesin, üç katlı bir ana yapı ve bungalovlardan oluşan 60 yataklı bir tesis. Eskiden kamuya aitmiş, sonradan özelleşmiş. Tam kafa dinlemelik bir yer. Denizi dalgasız, sığ, kumlu ve temiz. Çakıl yok, yosun yok, kaya yok. Kaya olmadığı için su altını ve balıkları izleme keyfi sınırlı. Bozcaada denizi gibi soğuk değil. Otel tam pansiyon çalışıyor, kahvaltı ve akşam yemeği. Yemekler orta kaliteydi ama meze çeşitliliği iyiydi. Oda temizdi, genişti ama eşyalar eskiydi, mesela klima çalışıyordu ama yeterli soğutmuyordu. Oda fiyatı gecelik 180 TL, daha ucuza güneyde birçok yerde özellikle Alanya’da her şey dâhil bir tesiste kalabilirsiniz ama bu sakinliği ve temiz denizi bulamazsanız. Otelin yaş ortalaması 50-60’tı, Gökçeada turları da bu otelde konaklıyor, o yüzden hafta sonu biraz kalabalıklaştı ve yaş ortalaması düştüJ Gece kumsalda otelden uzaklaşınca doğayla baş başa kalma şansınız var. Belki psikolojiktir ama elektromanyetik kirlilikten uzaklaştığımı da hissettim. Havası hafif rüzgârlı olduğu için nem bunaltmıyor, özellikle adanın rakımı en yüksek köyü olan Tepeköy’de bambaşka bir hava var. Burası bir Rum köyü, adanın içinde ve adaya hâkim bir yükseklikte. Köyün mimarisi taş, taş mimari korunmuş. Birçok evde yenileme yapılmış. Bakımlı bir köy. Çoğu, mübadele döneminde ve sonrasında göç etmek zorunda kalmış ama yazları hemen hepsi gelip kalıyormuş köyde, bağlarını koparmamışlar. Bir kısmı Avrupa’ya bir kısmı Amerika’ya gitmiş. Köyün kahvesinde bir dedenin masasında oturma izni aldıktan sonra konuşma fırsatım oldu. Masada oturan dede orada doğmuş, yan masadaki amca ise Amerika’ya göç etmiş. Aramızda güzel bir sohbet geçti. Bu arada birbirlerine hitap ederlerken isimlerini duyduğumda Rum köyünde olduğumu daha çok hissettim, Yorgo, Klara vs. Türkçeleri kendilerine has, Kıbrıs Türkçesi gibi fark ediliyor ama daha farklı. Neden söylendiği gibi bolca üzüm bağı göremedim diye sorduğumda, göçten evvel adanın her tarafının ya orman ya da tarım arazisi olduğunu, bir karış boş toprağın bile dikili olduğundan bahsetti. Bu dikili arazinin çoğu da zeytinlik ve üzüm bağıymış. Göçten sonra ada hızla yozlaşmış, bakımsızlaşmış. Ne orman kalmış, ne zeytinlik ne de üzüm bağı. İstimlak edildikten sonra buraya göçle getirilen Türk’lerin çoğu Karadeniz’den geldiği için buradaki tarımı öğrenememiş, bir kısmı bu yüzden daha sonra geri dönmüş. Söylediğine göre, devlet, vakti zamanında, insanların gözü gibi bakıp büyüttüğü zeytin ağaçlarının tanesine, bugünün parasıyla 10 TL vermiş. Bunları anlatırken duygulandı, gözleri doldu. Sonra havayı dağıtmak için birkaç espri yaptı, gülümsedi. Bir taraftan yererken bir taraftan da devleti övmeyi tercih etti. “İyi ki burada jandarma var, Suriyelilerden dolayı güvenlik zaafiyeti olurdu, Allah başımızdan eksik etmesin” gibi. Konuşurken mübadele döneminde yapılanlardan dolayı devlete kızsa da şimdilerde devletin yaklaşımlarından memnun olduklarını hissettiriyordu. Örneğin Suriyeli göçmenlerin adaya alınmamasından, gelenlerin de gönderilmesinden çok memnun kalmışlar. “Azınlığız ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız” vurgusunu konuşmalarında hissettiriyordu. Söylediğine göre Ege adaları içinde tatlı su rezervi en fazla olan ada bu adaymış, o yüzden çok değerliymiş. Eskiden insanlar balıkçılık da yapıyormuş ama balık çok azaldığı için o işle geçinen de azalmış. Köyün kahvesindeki bu güzel sohbetten sonra köyün meşhur Barba Yorgo şarabını tatmak üzere oraya gittim, bir taraftan dalından üzüm yedim bir taraftan şarabını tattım. İlk defa denemiş olduğum bu üzüm-şarap birlikteliğinin de aslında ünlü olduğunu benim bilmediğimi öğrendim. Üzümleri yedikten sonra fark ettim ki salkımlarda yağmur henüz yağmadığı için kükürt kalmış, inşallah mideyi bozmaz diyerek bıraktım üzüm yemeyi. Barba Yorgo isimli şahıs mekânına ve ürettiği şaraplara kendi ismini vermiş, gelip ayaküstü ufak bir sohbet etti, ilgilendi. Mekânın yanında üzüm bağı var, şarapların üzümünü de burada yetiştiriyormuş. Birkaç dönümlük bir bağ, muhtemelen başka bağlardan da takviye yapıyordur. Mekânda içmek aşırı pahalı, şişe ile alıp başka yerde içmekte fayda var. Kekremsi ve yumuşak olan diye ayırmışlar, yumuşak olan daha iyi bence, bir şarap gurmesi olmadığımdanmıdır bilmiyorum benim için standarttı. Tepeköy’ün yakınında bir mesire alanı var, adını şimdi çıkaramadım, Çınarlı bir şey olabilir, adanın kuzey doğu kıyısından deniz görülebiliyor. Güzel bir manzarası var ama piknikçiler maalesef atıkları etrafa atmış, pislik içindeydi. Ufukta Türkiye ve Yunanistan kıyıları, sol tarafta ise komşu yunan adasının silueti görülebiliyor. Adada çok yıllık birçok çınar gördüm. Bursa’daki çınarlar gibiydi. Ağacın çapı bir metreden fazlaydı. Oradan Kaleköy’e gittim. Kaleköy de adanın kuzeyinde kıyıda limanı olan bir köy. Tepede denize uzak bir yerleşimde köy merkezi var, kalacak pansiyonların çoğu orada, ben çıkmadım oraya. Kaleköy kordonunda bir balık restoranında rakı-balık yedik içtik. Fiyatlar İstanbul Yeşilköy ile aynı olunca burası nasıl köy bu kadar pahalı diyesi geliyor insanın. Bu kadar pahalı yaparsanız fiyatları tabii ki yerli turist karşı kıyıya geçer diye geçti içimden. Balık seçeneklerini gezerken, restoranlardan biri yandaki komşusunu kötülüyordu, özellikle kötülediği mekânı seçtim. Bir esnaf komşusunu kötülüyorsa siz bir müşteri olarak ne hissedersiniz, kendinize hayrınız yok, müşteriye mi olsun. Oltayla tutulmuş, mercan ve sargoz balıklarını yedikten sonra kordonda bir yürüyüş ve otele dönüş. Otelde akşamları bir hareketlilik beklememek lazım, gözlemlerime göre bütün ada akşamları odalara çekiliyor. Cırcır böceklerinin sessizliğinden başka bir ses olmuyor. Hareketli bir tatil planlanıyorsa Gökçeada’ya gelinmemeli. Meraklısı için surf imkanları olan bir ada, merak etmediğim için denemedim. Özetle; genel olarak memnun kaldığım, pahalı bulduğum, sakinliği nedeniyle kafamı dinleyebildiğim güzel bir kısa tatil oldu, aşağıda bir kaç foto paylaştım.

IMG_0080.JPG (31,6 kB)
IMG_0082.JPG (126,4 kB)
IMG_0088.JPG (111,7 kB)
IMG_0090.JPG (117,9 kB)
IMG_0092.JPG (193,6 kB)
IMG_0093.JPG (126,5 kB)